Reklam
Hamza Yıldız

Hamza Yıldız


Teneke Çatıda Yağmur Sesi

03 Nisan 2018 - 13:38

            AYRILIK VAKTİ     
   …
         “Teneke çatıda yağmur sesi
         Nefesin ve tenim parmak uçlarımda
         Yüreğimde
         Eylülün ilk yaprağı düşüyor
         Birlikteliğimize üşüyorum.”
         …
         Soğuk, yağmurlu bir Eylül günü girivermiştin dünyama… Islanmıştın, üşümüştün… Dudakların soğuğa mı yoksa yeni bir hayatın gizemlerine mi titriyordu? Bilmiyorum. Ne kadar çocuktu yüzün, yüz çizgilerin? Ellerin ne kadar küçük ve mahcuptu? Gözlerinde sonbahara düşen ilk yaprağın hüznü vardı. Hüznün hüznümle buluştu. Daha o an hüznüne vurulmuştum. Hüznün arkasına saklanmaya çalışan insani çizgilerini… Çay buğusuna karışan sigara dumanındaki susuşunu. Gözlerindeki derin boşluğu… Yüreğimdeki sevda tohumunun patladığını hissetmiştim o gün. Ama Eylül’le başlama ve zamansız tomurcuklanmanın ağır bedelini de biliyordum. Hesaplanmamış bir fırtınanın ortasında kalacaktım. Sevgi yine acıları çoğaltacaktı, aşktan geriye uzun yalnızlıklar, karanlık kalacaktı, hissediyordum.
         Birden başlamıştı yağmurlar ve her gün yeşilden sarıya, sarıdan kızıla dönüşen, dökülen, rüzgârlarla savrulan yaprak hüzünlerine aldırmıyordum. Havalar soğudukça içim seninle ısınıyordu. Defterin yapraklarına düşen şiirler tomurcuklanan yeni bir aşkın, senin adresini gösteriyordu, kendime bile itiraf etmeye korkuyordum. Çatıda yağmurun, derede çoğalan suların sesi bile yeni bestelenmiş şarkı zarafetince güzelleşmeye başlamıştı. Çaydanlık tıkırdayıp duruyordu, sobanın üzerinde… Işığına düşler kuruyordum ve gecenin karanlığı paramparça oluyordu.
         Sabahlar ne kadar erkenleşmişti, bilemezsin.
         Hazanın çekici nefesine kapılmış gidiyorken, hüzünlerle yüreğimi yakıyorken, aşkın o tatlı çilesinin közü yeniden nefeslenmeye başlamıştı kuytularımda, sen bilemezdin.
         Karşımda ışığın gece boyu yanıyordu, uykusuzluğun sorumsuzluğundaki ortak paydamıza sigaralar, şiirler ekliyordum.
         Bitti sandığım noktadan tekrar başlıyordum hayata ve sevgiye, sen farkında değildin.
         “Son ve başlangıç arasındaki ince çizgi”
         …
         “Sevgi geceyi
         Biz birbirimizi sarıyoruz sımsıcak
         Yağmurla
         Yıkanıyor günahlarımız…”
         …
         Yine bir Eylül hüznünü sırtlayıp sığınmıştım buraya. Gürültülerden, kalabalıklardan, çatışmalardan, ölümlerden, acılardan ve yıkımlardan gizli bir kaçışın itiraf edilmemiş suskunluğuyla birlikte. Her şey susuyordu burada. O artık sonbaharın hüzün renklerine dönüşen tarifsiz yeşilin, kirletilmiş doğallığın ortasındaki adaya “merhaba” dediğimde yalnızlığın huzuruyla zamanı durdurma ve geçmişi unutma mutluluğuna çok yakın olduğumu hissediyorum. Herkes ve her şey suskunluğun ve durağanlığın merkezine kilitlenmişti. Zaten bende duygularımı kilitlemeye çoktan hazırdım.
         Daha önce tadını duyamadığım, hissedemediğim, ayrımına varamadığım küçük, basit mutluluklar yetiyordu. İnsanlar ve özellikle çocuklar; önyargısız, çıkarsız, doğal gülümsemeleri uzatıyorlardı yüreğime. Çölleşen duyguların sevgi susamışlığına uzatılan barış eli mecburiyetiydi belki. Farklı bir dünyaya ayak basmanın şaşkınlığına gülümsüyordum. Sıcak gülümsemeler buluyordu gözlerim. Bana yetiyordu. Eylül fırtınalarını ardından savrulduğum bu adanın toprağına değen ellerimin buluştuğu yaşama sevincinin ilk coşkularıydı belki. Sonunda bu adada saklanacak mağarayı bulmuştum.
Dayatmaksız iç hesaplaşma dalgalarının şiddetiyle savrulsam da yüzümü geleceğe çevirme cesareti toplamaya çalışıyordum. Beynimden bütün adresleri silmiş, bütün pusulaları kırmıştım. Dağ yalnızlıklarının büyüsüne kapılmıştım. Beynimin ve yüreğimin sadece bana ait olduğu düşüncesiyle tanışma lezzetinin kıyısındaydım. Günahlarım yıkanıyordu, arınıyordum.
   Bir Eylül ile kesilen nefesim, bir başka Eylül ile hayat bulma çabasına giriyordu. Sen tam bu çelişkilerin ortasına düşüp yeni kurmaya başladığım dengeleri alt üst etmeye başlıyordun, farkında değildin.
   Hüznüne karışan hüznüm yine fırtınalara davet ediyordu yüreğimi ve ben karşı koyamıyordum.
   Ve ben senden habersiz; “merhaba hüzün!” diyordum. “Merhaba aşk!”
   Gecenin bir yarısı hala ışığın yanıyordu, ışığınla karanlığımı boyuyordum, sen bilmiyordun.
                     AYRILIK VAKTİ
            Eylül’ün nefesi çoktan değdi dağlara



Ayrılık vaktidir, vedalaşalım
Ellerinde uçmayı öğrenmiş yavru güvercin ürkekliği,
Dudaklarında son tebessüm sıcaklığı
Kaldır gözlerini bir bak
Gökyüzü kirlendi yağmur kokuyor toprak
Kanatlarında sıcak iklim telaşı göçmen kuşların
Şimdi ayrılık vaktidir vedalaşalım.

Soyuluyor renkler ve bulutlar avuçlarından
Ayrılık vaktidir vedalaşalım
Bir tohum gibi yüreğinde çoğalttığın umutları
Ölümsüzlüğü yaşarcasına tattığın coşkuları
Kısılmış lamba fitili yalnızlıklara rağmen
Milyonlarca değişik yüzde ve bir başka mevsim
Tanırsın buğuya dönüşen nefeslerle her sabah
Şimdi ayrılık vaktidir vedalaşalım.

Göçerler yüzlerinde taşıyor kurumuş gelincikleri
Ayrılık vaktidir, vedalaşalım
Farkında mısın yıldızlar birer birer eksiliyor geceden
Dün son kırlangıç da ayrıldı pencereden
Kuytularında sıcacık hatıralarla
Dökülen yapraklara aldırmadan, kararlı
Ellerini son bir defa daha uzat
Şimdi ayrılık vaktidir, vedalaşalım

Eylül’ün nefesi çoktan değdi dağlara
Soyuluyor renkler ve bulutlar avuçlarından
Kanatlarında sıcak iklim telaşı göçmen kuşların
Şimdi ayrılık vaktidir, vedalaşalım.


YORUMLAR

  • 0 Yorum