Reklam
Ahmet Kocabaş

Ahmet Kocabaş


Türbanın Kerameti

03 Nisan 2018 - 13:38

Semboller Savaşına Doğru…
“Biz, gerçekten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları karada ve denizde çeşitli binitlerle taşıdık. Onları güzel ve temiz rızıklarla besledik. Ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.”(İsra 17/70) İsra Suresinin 70. ayeti bu.
Tin Suresinde ise:
“Biz insanı en güzel şekilde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Yalnız inanıp iyi işler yapanlar hariç onlar için kesintisiz bir mükâfat vardır.”(Tin 95.4.5.6) buyurulur.
    Bu ayetler insanın onurunu, ona verilen nimetleri, insanın nasıl yaratıldığını ve niçin yaratıldığını ortaya koyan ilahi ifadelerdir.
    Hz. Peygamber’de:”İnsanların en iyisi insanlara faydalı olandır.” Diyor ve “Allah sizin mallarınıza, şekillerinize bakmaz aksine niyetlerinize ve yaptıklarınıza bakar.” Buyuruyor.
    Şu halde Allah, insanın malına, mülküne, şekline ve kıyafetine bakmıyor. Allah’ın huzuruna kimliklerimizle, patentlerimizle değil yaptıklarımızla çıkacağız.
    Bugün Türkiye’de yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı konuşmak yerine vehimlerimizi konuşuyor,niyetlerimizi yargılamaya çalışıyoruz.İnsanımıza güvenmiyor,kıyafeti ve şekliyle onu mahkum ediyor ve potansiyel suçlu ilan ediyoruz.Tıpkı 150 yıl önce yaptığımız gibi…
    150 yıl önce,Türkiye’nin en önemli sorunu Meclis-i Maarif (Bugünkü Talim Terbiye Kurulu) Üyesi de olan Türk basınının kurucularından  Şinasi’nin sakalıydı. Saray tarafından başarısı tespit edilerek bilgisini arttırması için Fransa’ya gönderilen Şinasi, dönüşünde, Meclis’i Maarif’e atanmıştı. Bir gün Meclis toplantısına sakalsız geldiği görüldü
    Gerisini dönemin olaylarını ayrıntılı biçimde aktaran Ahmet Cevdet Paşa’nın Tezakir’in sakalını den takip edelim:
    ‘Meclis-i Maarif azasından Şinasi Efendi sakalını traş etmiş olduğu halde Meclis’e gelmiş olduğundan rütbesi ref ile Meclis Azalığı’ndan tard olundu.(Tezakir,C2,S4)
    O gün her yetişkin erkek sakallı olmak zorundaydı. Özellikle devlet memurlarının traşlı olması mevzuata aykırıydı. Şinasi’de Batılı erkeklere özenmiş, traş olmaya kalkmış ve görevinden tard olunmuştu…’(3)
    O günkü yönetim Şinasi’nin bilgisine, yaptıklarına bakmak yerine sakalına bakmıştı….
    Aradan 150 yıl geçmesine rağmen ne değişti? Bir köşe yazarının kaleminden aktarmak istiyorum:
    “Geçenlerde bir rektörün odasındaydım. Telefon çaldı. Rektör dinledi ve: ‘Maalesef izin veremem’ dedi. ‘Hayrola’ diye sordum: ‘Bir öğrencileri okulda piyano konseri verecekmiş. Annesi dinleyici olarak gelmek istemiş. Ama türbanlı olduğu için kampüse giremezmiş…
    ‘Yazık değil mi?’ dedim. ‘Öğrenci değil, öğretim üyesi değil, bir öğrenci velisi… Hem de çocuğunun piyano konserini izleyecek. Niye giremesin?’…
    ‘Doğru ama, yok olur diye endişe ediyorum. Buraları bilmiyor musunuz?’ dedi.
    Bu politika, piyanist evlat yetiştiren samimi bir dindarı küstürmek ve radikalleştirmek dışında bir etki yaratabilir mi?...”(4)
İktidara duyduğu kızgınlığın acısını öğrenciden, velisinden çıkaran anlayış devlete zarar veriyor.
‘Din siyasallaşmasın’ denilirken, kamusal alanda ‘yasak bölgeler’in sınırı günden güne genişletilerek mütedeyyen kitleler Cumhuriyet’e küstürülüyor.(5)
    Şimdi, 150 yıl önce sakalını kesti diye Şinasi’yi görevden tard eden kafa ile; piyanist yetiştiren anneyi, oğlunun, kampüste verdiği piyano konserine, başı örtülü diye almayan kafa arasında fark var mı?
    Türkiye’ye yazık oluyor…
    Hep kıyafetlerle savaşıyoruz, şekillerle uğraşıyoruz. Kafanın içine bakmak yerine, kafanın dışına kafayı takıyoruz. Başka ülkelerde örf ve geleneğin belirlediği kılık-kıyafeti biz kanunla belirlemeye çalışıyoruz.
    “Biz inkılapları sadece başımızdaki fesi çıkarıp şapka giymekten ibaret sanıyoruz. Kafamızın içini değiştirmedikçe, başımızda şapka veya fesin bulunması bir mana ifade etmez…”(6)
    Ecevit, 1970’lerde basılan ‘Atatürk ve Devrimcilik’ adlı kitabında diyor ki:”Örneğin bir şapka devrimi, hiç kuşkusuz yararlı, gerekli bir devrimdi. Ama köylüye ne getirmişti? Ekonomik ve sosyal bakımdan ne getirmişti?...”(7) Ecevit bile kıyafet devrimini sorguluyordu…
    Biz sakalla, türbanla, fesle, şapkayla, şekille, kıyafetle uğraşırken gelişmiş ülkeler ayı fethettiler, uzayı parsellediler, gökleri uydularla doldurdular. Ve yatak odamızı seyrediyorlar.
    Biz ise hala tartışıyoruz…
    Kafası çalışmayan adamın başındaki şapka olsa ne olur, fes olsa ne olur?
    Mevlana diyor ki:”Altın dolu keseye değer veren içindeki altındır. İçi boş kesenin hiçbir değeri yoktur.”(8)
    Diyelim ki evet, türban da bir simgedir. Demirel’in fötr’ü, Ecevit’in kasketi kadar bir simgedir. Solcuların possa bıyığı, sağcıların sarkık bıyığı kadar bir simgedir… Toplumsal iletişimin zayıf olduğu baskıcı toplumlarda herkes, simgeleri aracılığıyla konuşur birbiriyle. Öyleyse türbanı simge olmaktan çıkaracak şey, ardındaki soruna çözüm bulmaktır.(9)
Türbanlılar Arabistan’a demek çare değildir. 40 önce de komünistler
Moskova’ya denilmişti. Bu, solcuları Moskova’ya göndermeye değil, gençleri kamplaştırıp sokaklara dökmeye yaradı.(10)
    Sadece sürgün müdür, siyasetçinin üretebildiği çözüm? Bu sorunun başka çözüm yolu yok mu? Hani demokrasilerde çare tükenmezdi? Pozitif hukukun önü daima açıktı. Siyasetçi niçin var, Büyük Millet Meclisi nerede?
    “İnkılap adına çarşaf ve başörtüsü kullanan kadınlarımıza zor kullanılmasını teklif edenlere Atatürk’ün verdiği cevap… ‘ben kadınlarımızın kıyafetine dokunamam’… olmuştur. Bazı kisvelerin giyilmesi ile ilgili kanun, sadece erkeklerin giyecekleri kıyafet ile ilgilidir. Cumhuriyet’in ilanından bugüne kadar kadınların kıyafetleriyle ilgili tek bir kanun çıkartılmış değildir…”(11)
    “Kimsesizlerin Kimsesi” diye tarif edilen Cumhuriyet de , başındaki örtü yüzünden çocuğun konserini izleyemeyen anaların, üniversite kapısında örtüsünü çıkarıp peruk takmaya zorlanan kızların acısını anlamalı, onların ızdırabını paylaşmalıdır.
    En çok okuması, içeri alınması gereken kesime ‘sen okuyamazsın, git evinin kadını ol’ dememeli. Onları ‘en hakiki mürşit’le tanıştıracağı yerde gerisin geri babasının evine, kocasının yanına göndermemelidir.
    Cumhuriyet kimseyi ışığından mahrum etme lüksüne sahip değildir. Dogma.2ya karşı Laiklik, üniversite kapısında polisle değil, okulda fikirle korunmalıdır.”(12)
    Şunu unutmayalım: “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” Ve “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”
Gününüz aydın, Cumanız kutlu olsun.

YORUMLAR

  • 0 Yorum