Reklam
Ahmet Kocabaş

Ahmet Kocabaş


Toprağına, Ürününe Sahip Çık

03 Nisan 2018 - 13:38

Modern insan maddeyi kutsallaştırdı, maneviyatı eşyaya feda etti. Yaşadığı toprakları terk ederek kentlere doluştu. Doğal hayatı beraber paylaştığı hayvanları unuttu. Ruhsuz bir makine toplumu arasında yaşamaya başladı. Güneşin altında dalgalanan buğday başaklarını, ormanın derin sessizliğini, gecenin sükunetini, bitkilerin, ağaçların ve suların ahenkli güzelliğini hafızasından sildi. Beton yığınlarından oluşan apartmanlara kapandı. Farkında olmadan bütün doğal yasalara karşı geldi.
Oysa eski insanlar toprağa bile ayağıyla yumuşak basarmış toprağın zemini rahatsız olmasın diye.Vefalı olduğu için toprak, anaya benzetilmiş, toprak ana olmuştur.

Aşık Veysel’in ifadesiyle:
“Adem’den bu deme neslim getirdi,
Bana türlü meyve yedirdi,
Her gün beni tepesinde götürdü,
Benim sadık yarim kara topraktır.”

Toprak, Allah’ın bizi kucaklayan kolları, bizi okşayan elleri, bizi öpen dudakları, bizi ısıtan nefesi, bizi besleyen nimeti, bizi barındıran mülkiyetidir…
Tanrı bize toprağı kullanım hakkını emaneten vermiştir. Emanete ihanet etmeyin. Toprakla dostluğunuzu bozmayın. Toprağın yavruları olan hayvanlara, toprağın süsü, bereketi ve meyvesi olan bitkilere zarar vermeyin. Bu canlıları katletmeyin. Sonra toprak çok acı intikam alır.
Burada Cenab-ı Hakk’ın birkaç ayetini size hatırlatmak isterim:
“Bilin ki göklerin, yeryüzünün ve buralarda ne varsa hepsinin hükümranlığı(mülkiyeti) Allah’a aittir. O’nun her şeye gücü yeter.”(Maide5/120)
“Sizin için gökten yağmur yağdıran, içme sularınızı meydana getiren, hayvanlarınızı otlatmanız için otlar ve ağaçlar bitiren, meydana getirdiği su ile ekinler, zeytinler, hurma ağaçları, üzümler, çeşit çeşit meyveler ve ürünler üreten Allah’tır…(Nah 16/10-11)
“Güzel ve temiz şeyler yiyin-için, iyi ve yararlı işler yapın.”(Mü’minun 23/51)
“Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız. İyilikte bulunun , işlerinizi güzel(sağlam) yapın. Allah iyilikte bulunanları, işlerini sağlam yapanları sever.”(Bakara 2/195)
“Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.”(Kamer 54/49)
“Sakın dengeyi (ölçüyü) bozma.”(Rahman 55/8)
Bu ayetler hayatı ölçülü yaşamanın kurallarını bildirmiyor mu? Bunlar doğal yasalar değil mi?
“Birleşmiş Milletler, dünyada saatte ortalama 3 hayvan ve bitki türünün insan faaliyetleri yüzünden yok olduğunu duyurdu.”(2)
Kısaca kendi elimizle kendimizi tehlikeye atıyor, doğal dengeyi tahrip ediyoruz. Bunu insan yapıyor.
Bu insan şimdi de bitkilerin genetik yapılarıyla oynuyor, onların tabi genlerini bozuyor…
“Türk kültürü; verimli topraklarda yetişen gıdalarla, tertemiz otlarla beslenen hayvanlardan elde edilen besinlerle büyüyen nesiller tarafından bugünlere taşınabilmiştir…
Sözde toprak verimini arttıracağı vaat edilerek reklamlar yapıldı ve yurt dışından ithal edilen kimyasal gübreler çiftçiye satıldı. Böylelikle önce gübreleme tuzağına düştük. Sonra sıra ithal kimyasal ilaçlara geldi. Böylece çiftçilere doğru kullanma eğitimi verilmeden ilaçlar da satıldı. Gereğinden fazla ilaç kullanan tarım üreticileri bu şekilde kendi toprağını uzun süre geri dönüşü olmayacak biçimde ilaçlarla kirletilmiş oldu. Ve ardından ithal tohumlara bağlılık gündeme geldi.
Topraklarından verim fışkıran Anadolu artık nohutu, fasulyeyi, mısırı ve daha pek çok gıdayı yurt dışından ithal eder duruma getirildi. Oysa eskiden annelerimizin çıkınlarda sakladığı tohumları vardı. Vakti gelince kilerden çıkarır, toprağa serperdi…
Şimdi ne yediğimizden hiç birimizin haberi yok.”(3)
Şeyh Edebâli diyor ki:
“Evine, toprağına, tekkene, suyuna sahip çık.”
Maalesef biz insanımıza, toprağımıza, ürünlerimize, değerlerimize sahip çıkamıyoruz. Çok ucuz menfaatler uğruna değerlerimizi harcıyoruz.
“Ülkemizin dünya kültürüne kattığı şey; ‘Türk kahvesi, Türk çayı ve Türk mutfağı’dır. Acaba ülkemizde gerçek Türk kahvesini içebileceğimiz bir yer, Türk mutfağını yiyebileceğimiz bir lokanta kalmış mıdır?”(4)
Gençlerimiz döner ekmek, köfte ekmek, ayran ve çayı unuttular. Onlar artık Mc Donalds, Fast Food’da besleniyor; Starbucksda kapiçino içiyorlar! Uluslar arası gıda tekeli bizi işgal etmiş. En ücra dağ köyünün kahvesinde süt yok, ama Amerikan kolası var!...
“Bu toprağın çocukları; hiçbir güç sizin için hayırlı rüya görmez; ölünüze ağlamaz. Menfaatinin bittiği yerde sizi bırakır…”(5)
“Bir Japon’a soruyorlar: ‘Sizde çiftçi malları çok pahalı. Paranız var ithal etsenize. Bir kg kiraz 55 bin, bir elma 5 bin.’ Japon cevap veriyor: ‘Üreten köylümüz. Paramız köylümüze gidiyor. Kazanan köylümüz oluyor. Ya savaş çıkar dışarıdakiler bize gıda satmazlarsa… Ülke aç kalmaz mı?”
“Çikita muz, Hindistan cevizi, Fransız Elması, Avusturalya mercimeği, Çin fayansı, müzik setleri ithal etmesen ne olur sanki… Yılda losyonlara 500 milyon dolar verdiğimizi biliyor musunuz?”(6)
Semt pazarlarımızda Brüksel lahanası mı daha çok, Karadeniz lahanası mı?
“Hızlı üretip hızlı tüketiyoruz. Sebze ve meyveler ilaçlarla vaktinden önce üretilip pazara sunuluyor. Piliçler, tek kişilik hücrelerinde, antibiyotik ve ilaçlarla hiç hareket ettirilmeden mangalcılara yetiştiriliyor. Zavallı piliçler, hiç kanatlarını ve ayaklarını kullanmadan hayata veda ediyorlar…
Uluslararası gıda teröristlerinin “Genetiği değiştirilmiş gıdalarla üretimi arttırıp dünyadaki açlığı azaltmak” gibi yine hızla üretilmiş yalanları var.
Oysa hormonlu gıdalar arttıkça, yoksulluğun ve açlığın azaldığına dair hiçbir belirti yok.
Ancak hızlı üretimle gelen, yüksek kazancın getirdiği kişisel hırs, paylaşmama belirtileri var her yerde.
Küresel krizin ana sebebi de bu değil mi?”(7)
Hormonlu gıdalar arttıkça deli danalar, kuş gribi, domuz gribi, Kırım Kanamalı Kongo hastalıkları da artıyor. Aile içi şiddet, toplu katliamlar, aile cinayetleri, eşini bıçaklayanlar, çocuklarını kurşunlayanlar çoğalıyor…
Hilkat bozulursa fıtrat da bozulur. Fıtrat bozulursa ahlak da bozulur. Ahlak bozulursa ne olur biliyor musunuz?
“Gramajı yüzde 30 artırarak daha fazla kazanç elde etmek için ete kağıt ve karton üretiminde kullanılan suprex enjekte ediliyor. Hindi budu kırmızı et olarak satılıyor.
Dana kıymalara tavuk sakatatı karıştırılıyor.
Kaşar peyniri yapımında sütün içindeki yağ yerine kilosu 1,3 lira olan palm yağı kullanılıyor.
Ucuza satılan beyaz peynirin içine nişasta ve jelatin katılıyor.
Bozuk peynirler, baharatlanarak yeniden satışa sunuluyor.
Küflü kaşarlardan eritme peyniri yapılıyor.
Sütü daha yağlı kıvamda göstermek amacıyla içine un ve nişasta katılıyor.
Tereyağ  yapımında ise süt değil margarin kullanılıyor.
Bozulmuş ya da son kullanım tarihi geçmiş sucuklar, içine sarımsak, baharat katılarak yeniden işleniyor ve satışa sunuluyor.
İddialar çok ciddi.
Et ve süt üreticileri vatandaşları, ‘ 2 liraya yarım ekmek köfte, döner satanlara itibar etmeyin’ diye uyarıyor…”(8)
Kime inanacağız, kime güveneceğiz, sağlığımızı kime emanet edeceğiz?
Bu zihniyet hormonlaşmış, genetiği değiştirilmiş zihniyet değil mi?
Verimliliği arttıracağız diye genetiği değiştirilmiş tohumlarla ithal ilaçlarla toprağımızı zehirliyorlar.
Toprağımıza, suyumuza, havamıza, neslimize sahip çıkalım.
Hayırlı cumalar diliyorum.


YORUMLAR

  • 0 Yorum