Reklam
Ahmet Kocabaş

Ahmet Kocabaş


DEĞİŞİM VE İSLAM

03 Nisan 2018 - 13:38

“İki saka, yani sucu yolda karşılaşırlar. Biri diğerine “Kardeş, bana kırbandan bir tas su verir misin? Çok susadım” der. Öteki şaşırır; “Bende kırba varsa sende de kırba var. Neden kendi kırbandan su içmiyorsun?” Cevap dikkat çekicidir: “Bende de su var sendeki gibi ama ben kendi suyumu içmekten bıktım””
Değişimin önemini anlatan bir hikayedir bu… Dünya kurulduğundan beri değişmeyen tek şey “değişim”dir. Değişim olmadan gelişim ve kalkınma olamaz. Medeniyetler bile varlıklarını değişime borçludurlar.
“Sabit fikirli, fazla hareketi sevmeyen insanların kurduğu tek bir medeniyet gösterilemez. Suyun bile durağan olduğunda değil aktığında kendisinden enerji elde edilir…”
Değişime ve yeniliğe kapalı kafadan topluma bir fayda gelmez.
Toplumsal değişimin yasaları her zaman ve her yerde aynıdır. Kur’an bunu şöyle ifade eder:
“Allah’ın yasası şudur: Bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmez. Zira Allah işitendir, bilendir.”(Enfal 8/53)
Bir başka ayet ise şöyle:
“Şüphesiz ki bir topluluk durumunu değiştirmedikçe Allah o toplumun durumunu değiştirmez…”(Râ’d 13/11)
Bu ayetler gidişatı beğenmeyen Müslüman’ın önüne değişimi bir hedef olarak koymaktadır. Bunun başlama noktası bireyin kendisidir. Kendisini değiştirmeyen başkasını değiştiremez.
Bakın Hz. Muhammed(sav)’in hayatına. Tarih en büyük değişimcinin Hz. Peygamber olduğunu söyler. O ümmetini sevgiye ve iknaya dayanan bir değişime ve dönüşüme tabi tutmuş ve bunda da oldukça başarılı olmuştur.
“Efesli Herakleitos, her şey akar, sözüyle değişimin tabiatta esas olduğunu, hiçbir şeyin sabit kalmadığını anlatan ilk filozof olmuştur.”
Sanıyorum bundan etkilenen üstad Necip Fazıl ölümsüz şiiri Sakarya Destanı’nda:
“Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir.” diye haykırmıştır.
İbn Arabî gibi bir düşünce adamı, ““Şu zihnini işlenmemiş maden yatağı gibi saklayıp mezara gömen adamı Allah bir daha diriltmez” diyor. Niçin diriltsin? Ne işe yarar bu kafa…?”
“Dün, dünle gitti cancazım,
Düne ait neler söylemek gerekiyorsa, söylendi,
Bugün yeni şeyler söylemek lazım.” diyen Mevlana değişimden söz etmektedir.
Tabiata bakın, tabiat değişiyor. Kışın kuruyan bitkiler baharla birlikte yeniden canlanıyor… İnsana bakın, insan doğuyor, büyüyor, değişiyor ve gelişiyor… Günler, aylar, mevsimler değişiyor… Her şey değişiyor…
Daha on yıl önce “Yeni albümüme Kürtçe bir parça koyacağım” diyen sanatçıyı linç etmedik mi? Adam soluğu yurt dışında aldı. TRT ise yılbaşında 24 saat Kürtçe yayına başladı.
Horlanan zenciler Amerika’da Obama ile Başkanlığı ele geçirdiler.
“Komünistler Moskova’ya” diye nutuk atanlar bugün Moskova’da müteahhitlik hizmetleri yapıyorlar.
“Amerika’da Obama’yı iktidara taşıyan sihirli sözcük “Değişim”…
Bir isimden çok farklı bir “fiil”, bir ihtiyacın, bir özlemin ifadesi…
O rüzgar, sessizce Türkiye semalarında esiyor şimdi…
Rengarenk bir toplumu tek tip elbiseye tıkmaya çalışan statükocuların uykularını kaçırsa da…” Herkes değişiyor.
Ancak militan anlayış, bağnaz kafa değişmiyor, değişemiyor.
“1000 yıldan beri bir insanın yazdığı tefsir okunur mu bir memlekette? 1000 yıl önce Bağdat’ın bir kasabasında bir din bilgini oturmuş bir çalışma yapmış; bu vb. kitaplar bu memleketin mektebinde, camisinde hâlâ din kitabı diye okutulur mu?...”
Mehmet Akif durumu ne güzel özetliyor:
“Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı,”
Devir asrın idrakine İslam’ı söyletme zamanıdır.
Ama nasıl söyleteceğiz?
Değişerek, gelişerek, yenilenerek…
Yeni sorunları eski fikirlerle çözemeyiz.
Allah’ın kutlu Elçisi şöyle diyor:
“İki günü birbirine eşit olan zarardadır.”
Senedi problemli olmakla birlikte özü son derece önemli olan bu ifade bile değişimden, gelişimden bahsediyor.
Bu sözü biraz açtırmak istiyorum:
Mahalledeki ‘Şen Bakkal’ın kapısından içeri girince sizi ‘iki günü birbirine denk olan zarardadır’ sözü karşılar. En çok görülen yerdedir bu söz. Dükkan sahibi tam 40 yıl önce dükkanı dedesinden devralmakla övünür. Kırk yılda İstanbul’da yüzlerce süpermarket, onlarca hipermarket açılmıştır. Ve binlerce bakkal kapanmıştır. Bu süre içinde ‘Şen Bakkal’ ne bir metre genişlemiş ne de bir metre daralmıştır. Her gün sabah namazından sonra besmele ile açılmış, yatsı namazından önce şükür duasıyla kapanmış…
Sonra ‘Şen Bakkal’ krize dayanamamış iflas etmiştir. İki günü birbirine eşit olan ziyanda ise, ‘Şen Bakkal’ 40 yıldır 16 metrekarelik dükkanda neden debelenip durmuş? “İki günü birbirine eşit olan zarardadır.” Sözünü dükkanına asacağına, onun gereğini yaparak neden değişmemiştir?
‘Şen Bakkal’ dirsek çürütüyor, eski köye yeni adet istemiyor. Bugün ise ‘kafa patlatmak’, eski köye yeni adetler getirmek için değişmek gerekiyor.
Bakın siyasi anlayışımıza… Adaylar birbirlerini yeni ve değişik projelerle değil yolsuzluk dosyaları ile vuruyorlar.
Halbuki millet yeni projeler bekliyor…
Milli gelir nasıl artacak?
İşsizlik nasıl çözülecek?
Fakirlik nasıl kaldırılacak?
Cehalet nasıl önlenecek?
Siyasiler yapacakları ile, çözüm önerileri ile konuşurlar…
Bu anlayışı değiştireceğiz…
Kalkınmış bir Türkiye oluşturmak için dini, idari ve siyasi anlayışımızı değiştireceğiz artık.
Gelişmiş milletler arenasında yerimizi almamız için bir an önce bu bağnaz zihniyetlerden kurtulacağız… Aksi halde geriye doğru yüzen bir geminin güvertesinde ileri doğru koşan insanlar konumunda oluruz.
Ülkeye yapılacak en büyük kötülük de bu olur.
Gününüz aydın, Cumanız mübarek olsun…


YORUMLAR

  • 0 Yorum