Reklam
Ahmet Kocabaş

Ahmet Kocabaş


ÇOK ÇALIŞACAĞIZ BAŞKA YOLU YOK -> 2012

03 Nisan 2018 - 13:38

    Yeni bir işe girmek için müracaat eden genç adam, kendisini mülakata alan şirket yöneticilerine, son çalıştığı yerden kendisine daha fazla ücret ödendiğini ve koşulların daha iyi olduğunu söyledi. Ona bu şartların neler olduğu soruldu. Kendisine hayat sigortası yapıldığını, özel sağlık hizmetlerinden yararlandığını, her yıl yılbaşında yüzde on ikramiye aldığını, her yıl altı hafta ücretli tatil yaptığını, tatil masraflarının işveren tarafından karşılandığını, her Cuma saat 3’te paydos ettiğini söyledi. “Her şey çok güzel gözüküyor, peki neden ayrıldın böyle bir işten?” denildi. Utangaç bir şekilde “İflas ettiler” dedi. (1)
    Almadan vermek Allah’a mahsustur. Hesapsız kitapsız yapılan bir işin sonu iflastır. Öyleyse önce çalışacağız, çalışacağız, çalışacağız… Okuyacağız, öğreneceğiz, düşüneceğiz… Çalışacağız, üreteceğiz, pazarlayacağız sonra paylaşacağız… Önce kazanacağız, sonra paylaşacağız. Başka yolu yok. Olmayan bir şeyi nasıl paylaşabiliriz?
—Peki, nasıl çalışacağız?
    “Büyük İskender’in ordusu gelmiş Karakurum Dağlarına dayanmış, geçmek için yol yok! Kumandanlar İskender’e koşmuşlar. Yol yok, askeri nasıl geçirecekler? İskender, ya bir yol bulacağız, ya da bir yol yapacağız demiş… Yol yok diye durmak yok…” (2)
    “Önümüze bataklık çıkarsa, bataklığı dolaşıp yolumuza devam edeceğiz. Nehir çıkarsa, köprü yapacağız. Dağ çıkarsa, tünel açıp yine yolumuza devam edeceğiz…” (3) Tembellik yok.
    “Durmak ölüm, taklit uşaklıktır. Çalışmak ve ilerlemek ise hayat ve özgürlüktür!” diyor Rauch. (4)
    Çalışarak ve ilerleyerek biz hayat ve özgürlüğü seçmeliyiz… Unutmayalım ki:
“Durgun su kokuşur. Çağlayanlara ise gökten rahmet yağar. Hiç kimse başarı merdivenlerine elleri cebinde tırmanmamıştır.” (5)
    “Edison çok önemli icraatlara imza atmış bir insandı. Bu hızlı temposuna ayak uydurabilen asistan bulamıyordu. Bir gün çalıştığı çatı katında eski sedirine uzandı ve asistanına dedi ki:
—“Artık gözlerimi açamıyorum. Uyku beni müthiş bir biçimde kuşattı. Beni yarım saat sonra uyandır.”
Yarım saat sonra, Edison’un derin uykusuna dikkat eden asistanı onu uyandırmaya kıyamadı. Bir saat sonra uyandırdığında ise, artık işinden kovulmuştu. Edison çok kızmıştı.
—“ Ne hakla benim yarım saatimi çaldın?” diyordu. (6)
    Thomas Edison uyuyup dursaydı elektriği bulabilir miydi?
    “Uyku Tarihi, onu yenen dehaların zafer öyküleri ile doludur…
Örneğin Leonardo Da Vinci her 4 saatte bir yarım saat kestirirmiş. Yarım saatin sonunda kendiliğinden uyanır ve yine 4 saat çalışırmış…” (7) Böylece ölümsüz eserlere imza atmış.
    Bu adamlar uykuyu yenip başarıya koşarken biz ne yapmışız? İbadet adına başarılı olması için Müslüman’ı yatağa yatırmışız, uyutmuşuz…
    Örnek olsun diye söylüyorum;
    “İstihare namazı: Şöyle ki, hakkında bir şeyin hayırlı olup olmadığına dair manevi bir işarete nail olmak isteyen kimse yatacağı zaman iki rekat namaz kılar… İstihare duasını okur, sonra abdestli olarak kıbleye yönelerek yatar, rüyada beyaz veya yeşil görülmesi hayırlı, siyah veya kırmızı görülmesi de şerre delalet eder.” (8)
    Herhangi bir işte başarılı olmak için iki rekat namaz kılmak, dua etmek; tamam, eyvallah… Ancak bir işin hayırlı mı, hayırsız mı olduğunu anlamak için uyumanın, rüya görmenin anlamı ne?  Bir işin iyi ya da kötü olduğu uykuda rüya ile tespit edilebiliyorsa, bugün İslam dünyası neden başarısız? Hz. Peygamber hangi işini istihare ile çözmüştür söyler misiniz? Kur’an da istişare vardır ama istihare yoktur… Tarihte uykuda ki rüyada görülen yeşil renk ile başarıya ulaşmış bir kinse gösterebilir misiniz? Bir işte başarılı olmak yatıp rüya görmekle mi ilgilidir yoksa planlayıp çalışmakla mı ilgili?!.. Maalesef bizi hep uyutmuşlar!
Şimdi yatıp rüya görmekle başarılı olunacaksa:
    “İnsan için anacak çalışmasının karşılığı vardır.”(Necm/37)
“Herkesin kurtuluşu çalışmasına bağlıdır.”(Tur/21)
“Cuma namazını kıldıktan sonra yeryüzüne dağılın, Allah’ın lütfünden nasibinizi arayın.”(Cuma/10) ayetlerini nasıl yorumlayacağız?!..
    “Tarih boyunca bütün milletler iki şeyin zararını ve ızdırabını çekmişlerdir. Bunlardan biri fakirlik, diğeri de cehalettir. Nerede fakirlik ve cehalet varsa, orada dinsizlik, ahlaksızlık ve her çeşit fenalık vardır. Millet olarak, elele vererek fakirlik ve cehaletten kurtulmanın çarelerini bulmalıyız. (9)
    Gelişmiş milletler, uygar uluslar uzayı parsellerken, evreni keşfetme yolunda yarış yaparken, bizim hala falcının söylediklerinden, kuşun ötmesinden, kahvenin telvesinden, uykuya yatıp rüya görmekten anlam çıkarmak cehalet değil de nedir?! (10)
    “Fezanın derinliklerine doğru yol alındığı, bilgisayarın nimetinden bin bir çeşit işte yararlanıldığı çağımızda, hala türbe bahçesinde ki ağaca çaput bağlamakla hamile kalınacağına inananlar oldukça; “ Şu gün işe başlamak uğursuzluk, şu gün çalışmak günahtır” diye tembelliğe prim verenler bulundukça, arzu edilen hedeflere varmakta daha çok zaman kaybederiz.” (11)
    Sokaklara dökülerek, grev yaparak, söke söke alırız diye bağırıp çağırarak sanayileşme, kalkınma olmaz. Aksine kalkınma laboratuarlara kapanarak, atölyelerde çalışarak, ar-ge’lerde kafa yorarak gerçekleştirilebilir. Bunun başka yolu yok…
    “İmam Gazali, İhya-i Ulumiddin adlı eserinde naklettiği rivayete göre Hz. İsa bir adama;
— Ne iş yaparsın? Diye sordu.
Adam: İbadetle meşgul olurum, dedi.
Hz. İsa: Geçimini kim temin eder? Diye sordu.
Adam: Kardeşim temin eder, dedi.
Hz. İsa: Asıl ibadet eden kardeşindir desene, buyurdu.” (12)
    Şu halde İslam dinine göre; Çalışan, üreten, fakirlikle mücadele eden, insanlara ekmek, aş, iş veren; sadece namaz, oruç, hac gibi ibadetleri yerine getirenden daha önemli bir görev yapmaktadır.
    Hz. Hacer ile oğlu İsmail’i düşünün. Hz. İbrahim onları Kâbe’nin yakınına ıssız ve çorak bir vadiye bırakmıştı. Anne Hacer, evladına su ve ekmek bulmak için önce koştu, koştu… Sa’y yaptı… İsmail’i yetiştirdi. Sonra Hz. İbrahim ile oğlu Hz. İsmail Kâbe’yi inşa ettiler… Önce su ve ekmek, sonra mabet, Kâbe…
    İslam dünyasının perişanlığının altında biraz da mabedin ekmeğin önüne geçmiş olmasında yatmıyor mu? Küçük bir köy, koca hantal kubbeli bir cami, iki de minare… Kubbeyi geçtik, bir minare tamam, yahu bu köye iki minare israf değil mi? İsraf haram değil mi? Kardeşim sen bu köye Süleymaniye, Selimiye mi inşa ediyorsun? Bu camiye bir minare neyine yetmiyor?
    Yanlış bunlar…!

    Üç kutsal su var insanda. Kan, ter ve gözyaşı. Kan toprağın, ter ekmeğin, gözyaşı ibadetin sermayesidir. Toprak kan ile vatan, ekmek ter ile helal ve ibadet gözyaşı ile kemal olur. Samimi olarak bir dava uğruna dökülen kan karşılıksız kalmamıştır… Ter de öyle. Kim gönülden çalışarak ter dökmüşte karşılığını alamamış? Ya gözyaşı; Zulme uğramış birinden dökülüyorsa o damla, düştüğü yeri yakar… Kan toprağın, ter ekmeğin, gözyaşı yüreğin bereketidir… (13)
    Şehitler kan, mazlumlar gözyaşı döktü bu topraklara… Bu topraklar bereketlendi, mübarekleşti. Bu topraklar artık bizden ter istiyor, ter… Bu topraklara artık terimizi dökeceğiz, çalışacağız, üreteceğiz, satacağız…
    “Zenginlik sadece petrol ve para değil bilgidir, beceridir. Japonların ne petrolü var ne altını. Fakat her yıl 5 Trilyon dolarlık servet üretiyorlar…” (14) Türkiye’nin yarısı kadar bir alanda (380 bin km kare) yarısından çoğu yaşlı, 130 milyonluk bir nüfus yılda tam 5 Trilyon dolarlık bir zenginlik üretiyor… İnsanları çok tasarruf ediyor ve ekonomileri yılda 200 Milyar doların üzerinde bir fazla veriyor… (15)
    Bizim Japonlardan neyimiz eksik Allah aşkına!
    “Neredeyse ışık hızına ulaşan teknolojik gelişmeler dünyadaki bütün siyasi ve ekonomik dengeleri değiştiriyor.
    Ulusal şirketler hızla uluslar arası arenaya çekilirken, devletler de aynı çarkın içinde yok olmama savaşı veriyorlar…” (16)
    Ekonomik bakımdan söylüyorum:
    “Herkesin kazandığı dönem artık geride kaldı. İyi olanların, verimli çalışanların, geleceği öngörenlerin ve dünyaya ayak uydurabilenlerin ayakta kalabileceği bir döneme geldik.” (17)
    Bunlara kafa yoracağımıza;
    “Biz, kısır tartışmalarla enerjimizi tüketirken elin adamı kıs kıs gülüyor ve rekabet, büyüme ve ihracat rekorları kırmanın peşinde koşuyor. Bizim derdimiz de bu olmalı…” (18)
    Yani iş ve aş derdi…

    Sayın Kurucumuz ve Onursal Başkanımız:
    Bu aydınlık Cuma gününde cemaatim adına sizlere hoş geldiniz diyorum. Bizleri onurlandırdınız efendim.
    İlerleyen yaşınıza, zorlayan sağlığınıza, geçirdiğiniz önemli ameliyata rağmen sizi sağlığınıza kavuşmuş olarak görmek bizi sevindiriyor. Allah sizlere sağlık, sıhhat, afiyet versin.
    Geçmiş olsun efendim.
    80 küsur yıllık bir ömür, 60 yıllık ekonomi ve sanayi tecrübesi. Kurup bugüne getirdiğiniz bu müesseseler, bu bölgeye öyle güzel gelenekler yerleştirmiş ki bunları söküp atmak kolay değil artık. Buralar bir okul, bir eğitim ve terbiye ocağı aynı zamanda.
    Bölgemizde öyle köyler var ki, hepsi maden ocaklarımızdan emekli olmuşlar. Sizden aldıkları emekli parasıyla hacca, umreye gidiyorlar…
    Bu bölgenin çocukları “İbrahim Bodur Dede’nin okulunda okuyacağız” diye yarış yapıyorlar.
    Ne anlamlı bir saygı ve hürmettir ki müesseselerimizden emekli olanlar bizzat size gelerek helallik istiyorlar.
    Binlerce aile var ki, her akşam çorbasını içerken sizi şükran ve minnetle anıyor. Size dua ediyorlar efendim.
    Başka hangi sanayici için çalışanları böyle vefalı acaba?
    Ve siz hala iş diyorsunuz, aş diyorsunuz. İtalya’ya Arabistan’a yatırım için koşuyorsunuz.‘Üç kişi daha çalıştıramaz mıyım?’ diyorsunuz.
    Ne bereketli eserler kurmuşsunuz ki, başka fabrikalar kapanırken bu müesseseler hizmet üretmeye devam ediyor…
    Tüten bacamızda, yanan ocağımızda, kaynayan tenceremizde sizin emeğiniz var. Ne olur hakkınızı helal edin efendim.
    Allah sizden razı olsun, sizi başımızdan eksik etmesin. Eşinizle, ailenizle nice daha güzel eserler vermeyi Rabbim size nasip etsin. Cemaatim adına şükranlarımı sunuyor, ellerinizden hürmetle öpüyorum efendim…


YORUMLAR

  • 0 Yorum