Reklam
Ahmet Kocabaş

Ahmet Kocabaş


ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR

03 Nisan 2018 - 13:38

Anadolu’dan kalkıp İstanbul’a gelen Mahmud Ağa mahkemede büyük bir haksızlığa uğrar. Padişaha ulaşıp derdini anlatır. Gülümseyen ve elini Mahmud Ağa’nın omzuna koyan padişah: “Ne yapalım, sen de hakkını ruz-i mahşerde alırsın, Allah’ın adaleti var.” deyince, çaresiz Mahmud Ağa padişaha, bugün de geçerli olan şu cevabı verir: “Her şey Allah’ın adaletine kalıyorsa, devletin adaleti ne işe yarar hünkârım?”
Adalet yoksa devletin, yargının anlamı ne?

Hakkın olmadığı yerde hukuk, hukukun olmadığı yerde adalet, adaletin olmadığı yerde devlet olmaz. Devletin olmadığı yerde doğruluk, ahlak ve erdemden söz edilemez. Kısaca hak, hukuk ve adalet vazgeçilemez bir insanlık değeridir. Devletler hukukla ayakta durur, milletler adaletle sonsuza yürür.

Adalet mülkün temeli mi?
 Evet, adalet mülkün temeli, devletin varlığının devamıdır. Tevhid imanın, adalet mülkün temelidir. Tevhidsiz iman nasıl temelsiz bir bina gibi çökerse, adaletsiz devlet de çöker.

Adalet, eşitliği sağlamak değil, haklıya hakkını vermek, haksıza haddini bildirmektir. Adalet, dürüst olmak, güven kurmaktır. En önemli siyaset adaleti hâkim kılmaktır. Adalet çökerse devlet çöker, millet gider. Değerleri çürümüş, kokuşmuş bir toplumun yükselmesi, hatta yaşaması mümkün değildir. Bu değerlerin başında adalet gelmektedir.

Sultan Abdülaziz, 10 Mayıs 1868 tarihinde yaptığı Şurayı Devlet’i açılış konuşmasında: “Zulme ve haksızlığa uğramış kişilerin başvuracakları ve güvenecekleri yer adalet kapısıdır, yoksa devlet kapısı değildir.” diyor. Kesinlikle ifade edelim ki; silahı ve devletin imkânlarını elinde tutanın değil, hakkın ve adaletin gücü sağlanmalıdır.

Voltaire’in dediği gibi, “İnsanlığın en önemli vazifesi adalet dağıtımıdır.” Bu en önemli vazife, en iyi kürk veya cübbenin giyilmesiyle değil; bilgi, dürüstlük, fazilet aşkı ve adalet gayretiyle gerçekleştirilir. Paskal, “Kuvvetsiz adalet aciz, adaletsiz kuvvet zalimdir.” der.

“Çağdaş demokrasinin hareket noktası, Lord Acton’un ünlü vecizesiyle, ‘Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır.’ Bu insan tabiatında vardır. Hükmetmek caziptir! İktidar hırsı arttıkça bu eğilim de artar!”

Şu halde adalet kaynağını güçten değil, haktan hukuktan alırsa adalettir. Bu nedenle ‘adil olan kâfir devlet değil, zalim olan Müslüman devlet yıkılır’ demişlerdir. Zira kaba bir güç zorba bir kuvvete dönüşebilir.

Bu adalet değildir, böyle bir adalet olamaz.

Şimdi burada Kuran’ın ilahi tespitlerini sunalım:
“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun, bir topluma olan öfkeniz sakın ha sizi adaletten ayırmasın. Adil olun…”(Maide 5/8)

“Eğer hüküm verecek olursan aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah, adil davrananları sever.” (Maide 5/42)

“Ey iman edenler! Kendiniz, Ana-babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın)…” (Nisa 4/135)

Kuran-ı Kerim’in adaletle ilgili bazı ayetleri bunlar. Şu halde bir Müslüman; kin ve nefretle hareket ederek, kendisi, ailesi, akrabası lehine de olsa haktan, hukuktan, adaletten ayrılamaz.

Buhari’nin rivayet ettiği bir hadis’i şerifte Allah Resulü diyor ki:
“Sizden önceki milletlerin helâkına sebep olan şudur: onlar soylu biri suç işlediğinde onu bağışladılar; fakat çaresiz biri suç işleyince onu cezalandırdılar. Allah’a yemin ederim ki kızım bile suç işlese tereddüt etmeden onu dahi cezalandırırım.”

Mesele de budur.

Hz. Ömer’i dünyaya hayran bırakan adaletidir. Yıldırım Bayezit gibi bir padişahın, içki içtiği için tanıklığını kabul etmeyen Bursa Kadısı Emir Buhari’yi; Rum inşaat ustası İpsilanti ile Fatih Sultan Mehmet’i huzurunda yargılayarak Padişah’ı suçlu bulan İstanbul Kadısı Sarı Hızır’ı, Yavuz Sultan Selim’in kararlarını iptal eden büyük hukukçu Zembilli Ali Efendi’yi tarih şerefle anmaktadır. Bunlar onurlu birer hukuk adamıdır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın ise sözleri şöyle:
“Her iyiliğin kaynağı adalettir… Adil olmayan kişinin elinden çıkan iş kötü iştir… Peygamberimiz: ‘Bir günün adaleti yetmiş yıllık ibadetten üstündür’ buyurmuştur. Öyle insanlar var ki, ellerinde fırsatlar yok iken salih, âbit ve zâhit görünürler, ellerine fırsat geçince Nemrut kesilirler… Hizmetinde kullandığın adamların dış hallerine aldanma! Mala muhabbet göstereni devlet hizmetinde kullanma! Zira o adamlar ki, Allah’ın bana emanet ettiği halkı ezerler… Kıyamet günü sorumlu benim!..” diyor. Önemli tespitler bunlar…

Adaletsiz bir devlet, hukuksuz bir toplum yaşayamaz. Zulme ve zalimlere isyan etmek aslında Allah’a itaat etmektir.

 “Bu ülkede insanlar birbirlerine sinirlenirken, ‘mahkemede hakkımı senden alacağım’ demezler; ‘seni mahkemelerde sürüm sürüm süründüreceğim’ derler…”

Neden!

Sormak istiyorum, bu ülkede mahkemeler sürünme yeri mi hak arama yeri mi?

Halk arasında “İyi bir avukat davayı uygun bir hâkime düşürebilendir” şeklindeki sözleri nasıl değerlendireceğiz?
Ama biz yargıçlarımıza, avukatlarımıza, kanunlarımıza güvenmek istiyoruz.

Bu ülkede bir tepsi baklava çalan çocuk 8 yıla mahkûm olurken bu milletin dişinden tırnağından arttırdığı milyar dolarları söğüşleyenler berat ediyorsa nerede bu adalet diye sormak gerekmez mi?

Domuz bağları ile katledilerek, hücre evlerinin tabanlarına gömülen 185 soylu insanın katillerine on yıldır ceza veremeyen bir mahkeme nasıl bir mahkemedir Allah aşkına!?

Evden kaçarak evlenen, yaşı küçük olduğu için mahkeme tarafından ailesine teslim edilen ve erkek kardeşi tarafından 9 yerinden bıçaklanarak öldürülen genç kızların vebalini hangi devletten, hangi adaletten soracağız?

Oğlunun dershane parasını ödeyemediği için hapse düşen soylu anne ile kahrından intihar eden asil Anadolu evladının hesabını kim verecek?

Bu ülkede hala 15–16 yaşındaki genç kızlar, babaları tarafından 50–60 yaşındaki adamlara “karı” diye satılıyorsa; dini nikâh adıyla erkekler eşlerini başka bir kadınla aldatıyorsa, kanunlar bunlara seyirci kalıyorsa nerede bu devlet, nerede bu kanun diye sormak gerekmez mi?

“70 yılı aştığı halde davasının bitirilememesini hicivle dile getiren şairin yakınması, bu acıyı belirgin bir şekilde ortaya koymaktadır:

Yine tehir etme üç ay öteye,
Bu dava dedemden kaldı hâkim bey.
Otuz yıl da babam düştü ardına,
Siz sağ olun, o da öldü hâkim bey.

Kırk yıl önce, yani babam ölünce,
Mirasçılar da tarla taban bölünce,
Kadılıklar hâkimliğe dönünce,
İrezillik beni buldu hâkim bey.

Yaşım yetmiş iki, usandım gel git,
Bini geçti burada yediğim zılgıt,
Eğer diyeceksen bana defol git,
Oğlumun bir oğlu oldu hâkim bey.

Sekiz evlek tarla, bir geverlik su,
Kırk yıl da hükme bağlanamaz mı bu?
Kazansam da, kazanmasam da hû,
Canım ta burnuma geldi hâkim bey.

Kabahat sizde mi, avukatlarda, kanunlar da mı?
Şaşırdım vallahi yolu yordamı,
Kızma sözlerime, alan kadanı,
Sıkıntıdan içim doldu hâkim bey.

Mülkün temeliydi adalet hani?
Bizim hak temelde saklı mı yani?
Çıkartıp da versen kim olur mani?
Yoksa hırsızlar mı çaldı hâkim bey?

Hem davacı pişman, hem de davalı,
Bu yolda harcadık çulu çuvalı,
Sabret makamından çalma kavalı,
Sürüler ekine daldı hâkim bey.

İşte bu şikâyetlere meydan verilmemesi için, sebeplerin araştırılarak, çözümlerinin mutlaka bulunması gerekir.”

Buradan yargı mensuplarını, hâkimleri, savcıları saygıyla selamlayarak, her ne olursa olsun sizleri kanunlara, yasalara bağlı olmaya davet ediyorum.

Cumanız kutlu olsun, sizleri saygıyla selamlıyorum…








YORUMLAR

  • 0 Yorum