Reklam
Ahmet Kocabaş

Ahmet Kocabaş


30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI

03 Nisan 2018 - 13:38

‘…Kulübenin kapısı açıldı; bastonuna dayanarak bir koca karı dışarı çıktı ve çağırmaya başladı:
          -Gazanfer! Muzaffer! Mücahit! Ha!..
          En karanlık gününde çocuklarına bu adları takan millet, bir yerde toprağa gömülse bile, bir başka yerden fışkırır!..´
          ‘Gazanfer´ iri aslan, ‘Muzaffer´ girdiği savaşta galip gelen, ‘Mücahit´ din düşmanlarıyla savaşan demektir.” (1)
          Bu olay Çanakkale savaşlarının ardından ‘Çanakkale Destanı´nı yazan bir milletin savaş sonrası psikolojisini yerinde görmek amacıyla Çanakkale´ye gelen bir grup ecnebi gazetecinin tespit ettikleri bir manzaradır.
          Önemli bir savaştan büyük kayıplar vererek çıkan bir millet hâlâ Gazanfer, Muzaffer ve Mücahit dünyaya getiriyorsa yedi düvel birleşse siz bu milleti tarihten silemezsiniz. Ve yok edildiği sanılan bu millet İstiklal Harbi´yle varlığını dünyaya bir kez daha kabul ettirmiştir.
          Birinci Cihan Harbi´nde İngilizleri sadece Türkler yenmişlerdir. Biri Çanakkale´ de diğeri Irak´ta. Buna rağmen Müttefikler yenildiği için Osmanlı Devleti de yenik sayılmıştır.
           “30 Ekim 1918 (24 Muharrem1337) Çarşamba günü Mondros Mütarekesi´ni imzalıyor, dört yıl sürmüş Birinci Dünya Savaşı´ndan yenik çıkıyorduk. Yirmi beş maddelik anlaşma ile gerçekte Osmanlı imparatorluğumuz tarih sahnesinden çekiliyordu.” (2)
           “Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, yayımladığı tebliğde Mondros Mütarekesi´nin hafif hükümler içerdiğini açıklarken Mütarekeyi imzalayan Rauf Bey (Orbay) de devletin istiklalinin ve saltanatın hukukunun kurtarıldığını söylemişti…” (3)
          Söylemişti ama düşman mütareke dinler miydi?
          “İngilizler 5 Kasım´da Musul´u işgal etmiş, Fransızlar Trakya´ya girmişlerdi. Çanakkale Boğazı işgal edildikten sonra 13 Kasım 1918´de İstanbul´a gelen Müttefik donanması Osmanlı yönetimini kontrol altına aldı. İngilizlerle Fransızlar, Güneydoğu Anadolu´yu ve Çukurova´yı ele geçirirken İtalyanlar Antalya´ya girdi. Mütareke hükümlerini istedikleri şekilde yorumlayan Müttefiklerden yardım ve destek alan gayr-i Müslimler de Müslümanlara saldırıyorlardı. 11 Aralık 1918´de Dörtyol´u işgal eden Fransız ordusu içindeki Ermenilerin tecavüze başlaması Kara kese köyü halkının silahlı dire nişiyle karşılaştı. İngilizler de halkın direnişi karşısında Maraş, Urfa ve Antep´i Fransızlara devretti.” (4)
          Anadolu adım adım işgal ediliyor ve aziz vatan toprağı namert eline geçiyordu.

Düşman namert mi namert:

“Mondros Mütarekesi´nde, İngiliz Amirali Ghaltrope sekizinci maddeye itiraz eden Rauf Orbay´ı ikna için:
          ‘Askerlik şerefime yemin ediyorum, bu maddeyi asla İstanbul´un ve İzmir´in işgali için kullanmayacağım´ dedi, aldattı, imza ettirdi ve İstanbul´u da İzmir´i de o maddeye dayanarak işgal etti.
          Rauf Orbay´ın; ‘Nerede kaldı senin askerlik şerefin´ hakaretine karşı da tam bir İngiliz riyakârlığıyla, ‘Vatanımın menfaatinin yanında benim askerlik şerefimin sözü mü olur?´ karşılığını vermekten çekinmedi.
          Daha ne kadar çok misal var biliyor musunuz?” (5)
          İşte bir misal daha:
          15 Mayıs 1919´da İzmir´e çıkan Yunan askerlerini takdis eden İzmir Metropoliti Papaz Hrisostomos askerlere şöyle moral veriyordu: “Ne kadar Türk kanı içerseniz, cennet size o kadar yakın olur. Türk kanı içmek sevaptır.” (6)
          Din adamındaki kafayı görüyor musunuz?!
          “Lord Cürzon, 1919´da İngiliz kabinesinde Türklerin İstanbul´dan atılmasını savunurken, ‘Eyüp gibi birkaç mekân hariç, İstanbul´un Türk ve Müslüman karakterine sahip bir şehir olmadığını´ söylemişti! Ömründe İstanbul´u görmemiş olan Curzon´un bu hezeyanı dün de bugün de yanlıştır.”(7)
            Türkleri Anadolu´dan çıkarıp geldiği yerlere, bozkırlara gönderme gayreti Avrupalının aklından hiç çıkmamıştır. Fırsat buldukça bunu denemeye kalkmışlardır. Ancak Türk Milleti´nin güçlü olduğu dönemlerde buna fırsat bulamamışlardır.(8)
          Müslüman Türk evladı unutma ki, sen her zaman güçlü olmak zorundasın. Zorundasın ki varlığını sürdürebilesin.

Milli Uyanış / Kozanlı Saim Örneği

          “Fransız işgal komutanı Adana ve kazalarının ileri gelenlerini toplar ve onlara hitap eder. Fransız komutanının söylediği kısaca şudur:

          ‘Biz buraya adalet getirmek için geldik. Bazılarınız, bizim bu iyi niyetimizi anlamadan çete teşkilatı kurmakta ve bize karşı gelmektedir… Şunu biliniz ki, bizim adaletimiz ne kadar güçlü ise, zulmümüz de o kadar şiddetlidir, bizi zulmetmeye mecbur etmeyiniz…´

           Komutan bu sözleri söyler söylemez, Kozanlı Saim isminde bir genç ayağa fırlar ve salondaki kalabalığı işaret ederek şöyle bağırır:

          ‘Komutan; biz düşmanın zaliminden değil adilinden korkarız. Siz bize zulmedin ki, şu salonda oturan insanlar utanıp vatanlarını kurtarsınlar!

           Adana´da kurtuluş hareketini fişekleyen bu sözler olmuştur… Adana´nın Saimbeyli kazasının ismi onun hatırasına hürmeten verilmiştir…”(9)

           Bu millet, çocuklarının adını nasıl Gazanfer, Muzaffer, Mücahit, Saim koymasın? Sadece Adana değil tüm Anadolu uyanıyordu.

           Çünkü Necip Fazıl´ın ifadesiyle:

           “Akrebin kıskacında yoğurmuş, bizi kader.”

             Akrebin kıskacında yoğurulan bu millet son bir kez daha hamle yapıyor, düşmanı yurttan kovmak için ayağa kalkıyordu.

             Viyana Kalesi´ne başımızı çarptık:

             Yahya Kemal´in meşhur dizelerini hatırlayın:

             Ak tolgalı Beylerbeyi haykırdı: ‘İlerle!´

              Bir yaz günü geçtik Tuna´dan kafilelerle…” (10) dediği gibi Tuna´yı geçtik Viyana´ya doğru koştuk, koştuk… Sadece Viyana´ya doğru değil Yemen´e doğru da koştuk. Koşan yiğitler geri gelmeyince de oturduk ağıtlar yaktık:

             “Anu Yemen´dir, gülü çemendir,

             Giden gelmiyor acep nedendir…” (11)

Ulu dağların, ıssız çöllerin ardında yenile yenile yenmesini öğrenenlerden, bizi yenmek için yeni planlar geliştirenlerden, yeni silahlar icat edenlerden habersiz başımızı Viya Kalesinin duvarlarına çarpıncaya kadar koştuk… (12)

               Sonra yorulduk, kılıcımız kırıldı, kısrağımız çatladı…

               Gücümüzü nasıl toplamalıydık, kılıcın yerini ne almalıydı, kısrağın yerine ne gelmeliydi?
            Tarihten ibret almak yerine hamasi nutuklarla oyalandık durduk. Durmaya razı olmuştuk bari geri dönmeseydik… Nasıl döndüğümüzü anlatan ibret verici bir olayı nakletmek istiyorum:
          1798´de Napolyon´un Mısır´ı işgal etmek için askeri hazırlık yaptığı haberini alan III. Selim, Paris Büyükelçisi Seyit Ali Efendi´ye:
          ‘Tolun´da Mısır´ı işgal etmek amacıyla askeri hazırlığın yapıldığı haberinin alındığını, durumun acilen araştırılarak, tarafı devletimize bildirilmesi´ emrini verdi. Bu emri alan Seyit Ali Paşa Fransa hükümetinden, ‘Tolun´da askeri bir hazırlığın olmadığını(!), olsa bile bunun Memalik-i Osmaniye´ye olamayacağını(!)´ öğrendi. Sonra her ay aynı haberi bildiren raporlar göndermeye başladı.
          Mısır Napolyon tarafından işgal edilmiş, aradan bir ay geçmiş… Hala Seyit Ali Efendi´den, ‘Tolunda askeri bir hazırlık yoktur. Olsa bile bunun hedefi Memalik-i Osmaniye değildir(!)´ şeklinde raporlar geliyordu. Bu habere çok üzülen III. Selim son gelen raporun kenarına, ‘Ne eşek herifmiş´ diye derkenar geçmiştir… ‘Bana göğsü nişan dolu vezirler değil, kafası bilgi dolu adamlar lazımdır´ diye sızlanmıştır. (13)

                Yunanlılar İzmir´de:

          “İngilizleri Çanakkale´ye kışkırtan Venizelos´u, bu sefer İngilizler kışkırtıp Anadolu´ya salmışlardı.” (14)
          İngiltere Başbakanı Lioyd George Yunanlıların iştahını kabartan şu sözleri söyler: “Osmanlı İmparatorluğu´nun mirasçısı Yunanistan´dır.” (15)
         “ İngiltere hem Doğu Akdeniz´e, Hindistan yoluna, İran, Irak, Kuveyt petrollerine egemen olmak; hem de emperyalizme başkaldıran Türkleri, dünya Müslümanları istiklal hevesine kapılmasınlar diye cezalandırmak; Sevr anlaşmasıyla da bir daha başkaldıramayacak hale getirmek istiyordu… İngiliz çıkar ve hesapları için akacak Yunan kanının bedeli olarak Yunanistan´a İzmir ve Doğu Trakya´yı vermişti.” (16)  

Kimin malını kime veriyorlardı?

Her şey hesaplanmıştı.

Ancak Türk milleti ve manevi gücü, Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları hesaplanmamıştı.

               Türk milleti Mustafa Kemal Paşa Liderliğinde vatan müdafaası için ayağa kalkmıştı. Kadınlar mermi taşıyor, çocuklar cepheye koşuyor, eli silah tutan yaşlılar askere yazılmak için sıraya giriyordu.

                Sakarya Savaşı´nda gönüllü katılan Kayseri Lisesi öğrencilerinin tamamı şehit olduğu için okul 1920-1921 eğitim yılında mezun verememiştir. (17)

               Hangi millet şehit oğlunu toprağa gömerken, diğer oğlunu vatan için ölüme yollamaktan söz eder? Başka hangi ulusta Vatan Sevgisi evlat sevgisinden üstündür?... Bu nasıl bir vatan sevgisidir ki, acılarla eksilmez, büyür, inadına büyür… (18)

               Futbol Maçı / Harp Stratejisi:

               Eşref Edip Mehmet Akif´ten şöyle bir hatıra nakleder:

               “Sakarya muharebesi sırasında, düşmanın Ankara´yı tehdit etmeye başlaması üzerine Ankara´dan göç etme tartışmaları başlar, Mehmet Akif, bu sırada şöyle der:

               -Telaşa mahal görmüyorum. Evvel Allah, ona, (Mustafa Kemal´e) onun askerliğine güvenilir. Ordumuz inşallah galebe çalacak (üstün gelecek), buna imanım var.” (19)

               Çanakkale Savaşları´nda verdiği stratejik kararlarla savaşın seyrini değiştiren Mustafa Kemal Paşa, İstiklal Harbi´nde de yeni savaş taktikleri deniyordu.

               Büyük Taarruz için hazırlıklar başlamış, saldırı planları için komutanları bir araya getirecek formül ‘futbol maçı´ ile bulunmuştu. 28 Temmuz günü ‘futbol maçı izleme´ bahanesiyle Akşehir´de buluşan Kazım Paşa, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa taarruz hazırlarının süratle tamamlanmasını kararlaştırdılar.

               Mustafa Kemal Paşa´da 17 Ağustos da gizlice Ankara´dan ayrılarak Konya üzerinden Akşehir´e vardı. Harekâtı kamuoyunda saklamak amacıyla 21 Ağustos da Çankaya´da bir çay daveti verileceği ajans ve gazetelere duyuruldu.

               Başkomutan 26 Ağustos sabaha karşı Fevzi ve İsmet Paşalarla birlikte muharebeyi idare etmek üzere Kocatepe´deki yerini aldı. Türk Milleti´ni zafere taşıyacak olan Büyük Taarruz, sabah saat 04.30´ da başladı. (20)

               Yüce Mevla Kuran-ı Kerim´de: “Size karşı savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın, fakat saldırganlık yapmayın! Allah saldırganlık yapanları sevmez.” (Bakara2/190) buyuruyor.

               Anadolu´ya saldıran düşmanı bu ülkenden çıkarmak için seferber olan Anadolu´nun yiğit Mehmetçikleri yanık sesleriyle topların ve cephane sandıklarının üzerinde Kuran ve ezan okuyor, dua ediyorlardı. Aşka gelen ordu ‘Allah Allah!´ diyerek düşmana saldırıyordu.

               Yunanlıların yaptığı tahkimat için, “Türkler burayı altı ayda ele geçirebilirlerse, övünebilirler” diyen İngiliz Başvekili Lord Corc, altı saat içerisinde Türklerin burasını aldığını duyunca hayretten donakalmıştı. (21)

               Türk Milleti zafer coşkusu yaşıyordu.

               “Büyük İslam ülkelerinde ve İngiliz sömürgelerinde Türklerin zaferi kutlanıyordu.

               Gandhi çarpıcı bir demeç verdi: ‘:Haydi beni bir daha tutuklayın İngilizler! Ama tutuklamak ve öldürmekle iş bitmiyor. İşte, öldü sanılan Türkler, cenaze törenleri için hazırlanan tabutlarını katillerinin başlarına geçirdiler.” (22)

Muhammed Ali Cinnah da Londra´da bir basın toplantısı düzenleyerek şunları söyledi:”İngiliz hükümeti barış için Mustafa Kemal Paşa´ya yardımcı olabilirdi, ama olmadı. Tersine savaşı körükledi. Biz Hint Müslümanları, Mustafa Kemal kazansın diye dua ettik. Şimdi de kazandığı için Allah´a bütün esir milletlerin zaferidir bu….” (23)

Büyük Taaruz ile sadece Yunan ordusu denize dökülmedi. Yunanlılara sınırsız destek veren Lord Corc´un, ABD Başkanı Wilson´un, Fransa Cumhurbaşkanı Clemenceau´nun, Orlando ve beraberinde yüzlerce müşavirinin yıllardan beri üzerinde çalıştığı ‘Yakın Doğu´ ile ilgili hazırlıkları, plan ve projeleri de iflas etti. (24)

30 Ağustos Zafer Bayramı işte böyle kazanıldı.

Büyük Türk Milleti, yokluklar içerisinde, birlik ve beraberlikle yedi düvele meydan okumuş, sonuçta zafere Cumhuriyetle ve muasır medeniyete ulaşmıştır. Eğer birliğimizi, bütünlüğümüzü bozmadan çalışır, üretirsek ve paylaşırsak önümüze daha çok zaferler çıkacak ve Türk Milleti var olmaya devam edecektir.

Sön Söz

Çanakkale Destanı´nı yazan komutanlarla İstiklal Harbi´ni kazanan komutanlar aynı komutanlardır. Bu komutanlar Batı´nın haksızlığına ve Sevr´in parçalanmasına vesile oldular. Başta Mustafa Kemal, Mareşal Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Fahrettin Altay, Şefik Aker, Cemil Conk, Kazım Karabekir, Kuvay-ı Milliye´nin kökü Çanakkale´den sürüp gelmiştir. Yani Çanakkale ruhu ölmemiştir. Edebi ruhu da.. Mehmet Akif ve Yahya Kemal. Çanakkale Ruhu, Kuvay-i Milliye Ruhuna inkilap etmiştir.

 

Bu iki ruhu karşı karşıya getirmek büyük hata olur. Bunlar birbirinin rakibi değil birbirinin devamı. Çanakkale ruhu olmasaydı Kuvay-ı Milliye Ruhu doğmazdı. İkisini de yaşatmak geleceğimizi aydınlatmaktır.

Gazanferlere, muzafferlere, mücahitlere ve saimlere selam olsun.

YORUMLAR

  • 0 Yorum