Reklam

Chp´li Erkek: "Yüksek Seçim Kurulu, Yüksek Saray Kurulu Olmamalı!"

Chp´li Erkek: "Yüksek Seçim Kurulu, Yüksek Saray Kurulu Olmamalı!"
30 Kasım 2017 - 15:54

CHP Çanakkale Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu Üyesi Muharrem Erkek, Yüksek Seçim Kurulu Yasa Teklifi´nin tümü üzerine, CHP Grubu adına Meclis´te söz aldı. YSK´nın demokrasi ve ülkemizin geleceği konusundaki öneminden bahseden Erkek, seçim güvenliği aleyhine düzenlemelere değindikten sonra, teklifin son halinde karşı oldukları konuları sıraladı. YSK´da, il ve ilçe seçim kurullarında çalışan personelin haklarının ve kurum hafızasının yok edildiğini belirten Erkek, bu maddelerin tekliften çıkarılması gerektiğini söyledi. Konuşmasının devamında, son günlerin en önemli tartışmalarından olan Malta ve Man Adalarındaki Başbakan´ın ve Cumhurbaşkanı´nın yakınlarının mali ilişkilerine değinen Erkek, bu konunun hukukun yanında siyasi ahlak sorunu olduğunu dile getirdi ve “İktidar sahipleri Kristof Kolomb gibi dünyayı keşfe çıkmışlar. Denizlerde vergi cennetleri için ada keşfediyorlar. Yakında dünyada yeni bir kıta keşfedebilirsiniz.” dedi. Konuşma Meclis tutanaklarına şöyle yansıdı: 

Tutanak Metni:

    CHP GRUBU ADINA MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
    Değerli milletvekilleri, 505 sıra sayılı Kanunu Tasarısı üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
    Öncelikle milletimizin ve tüm İslam dünyasının Mevlit Kandili´ni de kutluyorum. 
    Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; "Yüksek Seçim Kurulu" deyince tabii, o kadar önemli ki seçimlerin güvenliği, seçmen kütüklerinin oluşturulması, denetimi, seçim süreçlerinde eşitlik, dürüstlük, adalet... Burada "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." yazıyor. Egemenliğin kayıtsız şartsız milletindir olabilmesi için işte bu seçim süreçlerinin demokratik, eşit, adil, özgür süreçler olması bir zorunluluk. Bunları denetleyecek, bunu sağlayacak organ da Yüksek Seçim Kurulu. Ama özellikle son seçimlerde yaşananlara baktığımızda kaygı verici gelişmeler; demokrasinin temelinden sarsıldığı, seçmen iradesinin sakatlandığı, daha doğrusu, bununla birlikte egemenliğin zedelendiği süreçler yaşadık. 1 Kasıma giden süreçte seçimler demokratik, eşit, adil koşullarda olmadı, maalesef. Yüksek Seçim Kurulu da bu süreçte gereğini, görevini yerine getiremedi. 
    Bakın, TRT´nin resmî sitesinde "Yayın İlkelerimiz" başlığı çıkıyor açtığımız zaman. TRT yayın ilkelerini sıralamış, diyor ki burada: "Anayasa´nın 133´üncü maddesi uyarınca kamu tüzel kişiliğine sahip Türkiye´nin tek kamu yayın kuruluşu olarak yayınlarımızın tarafsızlığı esastır." Yine, ne diyor? "...tek yönlü, taraf tutan yayın yapmamak ve bir siyasi partinin, grubun, çıkar çevresinin, inanç veya düşüncenin menfaatlerine alet olmamak." diyor. İşte bunları yazıyorsunuz, kendi sitenizde açıklıyorsunuz ama seçimlerde iktidar partisi ayda elli saat yer buluyorsa ana muhalefet partisi veya diğer partiler birer saat bile yer bulamıyor, bazı partiler hiç bulamıyor. Peki, Yüksek Seçim Kurulu ne yapıyor? Hiçbir şey, maalesef, yapamıyor. 
    Yüksek Seçim Kurulunun bir teşkilat yasasının olması doğaldır, olmalıdır; bunu hepimiz destekliyoruz, destekledik. Ancak, on beş yıldır tek başına iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisinin neden bugün bu teşkilat yasasının aklına geldiği de bir soru. Toplumun bir kesimi haklı olarak soruyor: "16 Nisan 2017 referandumundaki açıkça kanuna aykırı mühürsüz oy pusulası kararından sonra bu teşkilat yasası acaba bir mükâfat mı Yüksek Seçim Kurulu Başkanına veya Kurula?" Bu soruyu soruyor insanlar çünkü zamanında bu teşkilat yasasını getirmeniz ve çıkarmanız gerekirdi. İnsanlar haklı olarak soruyor çünkü 16 Nisan 2017 referandumunda, maalesef, seçmen iradesi sakatlandı.
    16 Nisandan dört gün önce, 12 Nisanda Yüksek Seçim Kurulu bütün ilçe seçim kurulu başkanlarıyla ve ilçe seçim müdürleriyle toplantı yaptı. O toplantıda dedi ki: "Mühürsüz zarflar ve oylar geçersiz sayılacak." Seçim başladı, sandıklar kapandı, sandıklar açıldı, oylar sayılmaya başlandıktan sonra oyunun kuralı değiştirildi ve Yüksek Seçim Kurulu açıkça kanuna aykırı bir şekilde mühürsüz zarfları, oyları geçerli saydı ve bugün dahi artık mühürsüz kullanılan oyları tespit etmek mümkün değil ve kuvvetler ayrılığını, demokrasiyi yıkan bir Anayasa değişikliği Yüksek Seçim Kurulunun bu kararıyla da şaibe altında kaldı ve meşruiyeti sürekli tartışılacak. Evet, şeklen yürürlüğe girmiştir ama asla meşru değildir, bunu her fırsatta dile getireceğiz. Onun için Yüksek Seçim Kurulu çok çok önemli.
    Bakın, bu teklif Sayın Grup Başkan Vekilinin tek imzasıyla geldi, Yüksek Seçim Kurulu görevleri, teşkilatı yasası tek imzayla geldi ve imza sahibi, teklif sahibi esas komisyonda ve alt komisyonda hiçbir görüşmeye, toplantıya katılmadı. Bu teklif hazırlanırken siyasi partilerin, Danıştayın, Yargıtayın -ki Danıştay ve Yargıtay üyelerinden oluşuyor Yüksek Seçim Kurulu- görüşleri alınmadı, katılımcılık sağlanmadı; sivil toplum örgütlerinin, büyük meslek odalarının, Türkiye Barolar Birliğinin katılımı sağlanmadı; maalesef bu kadar önemli bir kanun tasarısı hiçbir katılım sağlanmadan, yalnızca tek imzayla Meclis Başkanlığına sunuldu.
    Tabii, böyle olunca ciddi eksiklikler olduğunu da tasarıda gördük. Gerek esas Komisyonda gerek alt komisyonda birçok noktayı düzeltmek zorunda kaldık, birlikte de düzelttik ama maalesef bu teşkilat yasası seçimlerin güvenliğini, seçim süreçlerinde adaleti, tarafsızlığı, bağımsızlığı, eşitliği, özgürlüğü sağlayabilecek bir tasarı değil.
    Bir örnek vereyim, bu örnek bile tek başına yeterli olabilir. Mevcutta, Yüksek Seçim Kurulunun tüm giderlerini Adalet Bakanlığı karşılıyor Adalet Bakanlığı bütçesinden ayrılan bir kalemle. Şimdi, müstakil bir kanun teklifi getiriyoruz, "Yüksek Seçim Kurulu bağımsız olmalı, tarafsız olmalı, özerk olmalı, güçlü olmalı." diyoruz ama yine bu tasarının içinde ne yapıyoruz? Yüksek Seçim Kurulunun merkez ve taşra teşkilatının bütün giderlerini yine Adalet Bakanlığı bütçesine bağlıyoruz. Yani Yüksek Seçim Kurulu siyasi iradenin, iktidarın vesayeti altında çalışmaya maalesef devam edecek. 
    Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; teklifte üzerinde durmamız gereken birçok madde var. Uygulamada birçok kararı Kurul alırken burada çok önemli kararları, üst düzey personelin atanması gibi önemli kararları Başkan tek başına -Başkanın iki dudağının arasında- keyfî bir şekilde alabilecek. Hâlbuki, bu atamaların -daire başkanı gibi, genel müdür gibi, Yüksek Seçim Kurulundaki üst düzey atamaların- Kurulun teklifiyle yapılması ve Kuruldan alınacak kararla Başkan tarafından yapılması çok daha uygundur. Ama her yerde bir tek adam yaratılmak isteniyor, bunu açıkça ve net olarak görüyoruz ve bu tek adamların da bağlı olduğu tek adam zaten, maalesef saray rejimiyle... Bunu da hepimiz biliyoruz.
    Bakın, bu teklif hazırlanırken çok önemli iki madde karşımıza geldi. Meclis Başkanlığına sunulan teklifte ve Anayasa Komisyonumuza havale edilen teklifte baktık ki sandık kurulu başkanlarının atanmasıyla ilgili siyasi partilerin katılımı, denetimi tamamen ortadan kaldırılmış. Mevcutta, biliyorsunuz, sandık kurulu başkanları -ki çok önemlidir seçim güvenliği açısından- siyasi partilerin de katılımıyla kurayla belirlenirken bu teklifin içinde ilçe seçim kurulu başkanlarının tek başına atamasına bağlanmış.
    Yine, müşahitler. Müşahitlere ciddi kısıtlama getirilmiş. Alt Komisyonda bunları oy birliğiyle tekliften çıkarttık. Çok önemliydi, bunların tekliften çıkması çok önemliydi; aksi takdirde, seçim güvenliği temelinden sarsılacaktı. Eğer biz seçim güvenliğini sarsarsak, sandıktan çıkan sonuca saygıyı, güveni kaybedersek demokrasiyi kaybederiz. Bu çıkartıldı, yarın 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri Hakkında Kanun´un içinde tekrar getirilmemesini önemle vurgulamak istiyoruz. Uyum yasaları içerisinde, 298 sayılı seçimlerin temel hükümlerini düzenleyen yasa içerisinde bu konuda düzenleme yapılacaksa siyasi partilerin katılımını, denetimini artıran, müşahitlerle ilgili de kısıtlayan değil müşahitlerin denetimini, gözetimini artıran, gözlemcileri çoğaltan, sivil toplumun, Oy ve Ötesi gibi bu konuda özverili çalışmalar yapan grupların katılımını da sağlayacak düzenlemeler olmalı. Umarız iktidar tekliften oy birliğiyle çıkarttığımız bu düzenlemeleri yarın bu Mecliste karşımıza başka düzenlemeler içinde getirmez. Bunu da önemle takdirlerinize sunuyorum.
    Değerli milletvekilleri, teklifin içine, teklifin içeriğine baktığımızda, uzun yıllardır Yüksek Seçim Kurulu bünyesinde, il ve ilçe seçim kurullarında görev yapan, özveriyle görev yapan, bu memleketin her köşesinde dürüst seçimler yerine getiren personel maalesef hiç düşünülmemiş. Yüksek Seçim Kurulu bünyesinde görev yapan, ilçelerde, ilçe seçim kurullarında görev yapan ve on bir on iki yıldır görevde yükselme sınavı bekleyen ve bunu da haklı olarak bekleyen insanlar şimdi eğer istenirse bir çırpıda tasfiye edilebilecek, bir çırpıda. Hiçbir güvenlikleri, hiçbir güvenceleri maalesef kalmayacak. Çünkü öyle uygulamalar getiriliyor ki, örneğin sözlü sınav, uygulamalı sınav gibi eklemelerle mevcut görev yapan seçim müdürlerinin ve seçim personelinin yerine dilediklerini iktidar atayabilecek. Mevcut görev yapan personelin, hakkaniyet gereğince, mutlaka statüleri korunmalı ve kurul hafızası bir çırpıda yok edilmemeli çünkü bu görev yapan personel seçimlerin, Yüksek Seçim Kurulunun aynı zamanda da önemli bir hafızası. Bu nedenle, teklifteki 10´uncu maddenin (6)´ncı ve (9)´uncu fıkralarının yine geçici 1´inci maddenin (6)´ncı bendinin mutlaka tekliften çıkarılmasını Genel Kurulun takdirlerine önemle sunuyoruz. 
    Açıktan atama imkânı sağlanarak kurum hafızası yok edilmemeli. Öncelikle on bir yıldır, on iki yıldır görevde yükselme sınavı bekleyen personelin atamaları yazılı sınav sonucuna göre ve liyakate göre yapılmalı, sözlü sınav uygulaması da mutlaka bu tekliften çıkarılmalıdır. 
    Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 16 Nisan 2017 Anayasa değişikliği şeklen yürürlüğe sokulduktan sonra zaten fiilen tek adam rejimi hukuki zeminini de bulmuş oldu. HSK´yı -Hâkimler ve Savcılar Kurulunu- Cumhurbaşkanı tek başına belirliyor çünkü Cumhurbaşkanı aynı zamanda da iktidar partisi siyasi partinin Genel Başkanı oldu. Kurul üyelerinin 6´sını kendi seçiyor, Adalet Bakanı, Müsteşar ve 4 üyeyi direkt olarak atıyor, 7´sini de 316 milletvekiliyle, bu çoğunluğuyla Meclise seçtiriyor. Yüksek Seçim Kurulunun Yargıtay ve Danıştay üyelerinden oluştuğunu da düşünürsek HSK seçimi çok önemi. Bizim derdimiz demokrasi, bizim derdimiz hukuk devleti, bizim derdimiz Yüksek Seçim Kurulunun yüksek saray kurulu olmaması; bizim çabamız bu. Biz, bunun için esas Komisyonda ve alt komisyonda çalışmalarımızı yürüttük. 
    Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; "seçimler" dediğiniz zaman, egemenlik devreye giriyor. Milletimiz egemenliği yetkili organları eliyle kullanıyor, yasama, yürütme, yargı organları eliyle. Egemenliğin gerçekten millete ait olması için de seçimlerin demokratik, eşit, adil olma zorunluluğu vardır. Ama maalesef son dönemlerde, biz iktidarın ve sarayın demokratik seçimlerden, adaletli, eşit şartlarda yapılan seçimlerden korktuğunu da görüyoruz. Çünkü uygulamalar bu yönde. Biz, ilk yapılacak ve OHAL rejiminin kalktığı -çünkü OHAL rejiminde zaten demokrasi ve hukuk beklemek maalesef hayalden öte bir şey değil- ilk seçimlerde, demokratik, adaletli seçimlerde milyonlarla birlikte, demokrasiye, adalete, hukuk devletine, eşitliğe, özgürlüğe inanan milyonlarla birlikte bu kaderi de mutlaka değiştireceğiz. Çünkü milletimiz seçimlerle hükûmetlere yetki veriyor ama görüyoruz ki hükûmetler son derece basiretsiz hareket edebiliyorlar.
    Değerli milletvekilleri, son iki gündür yükselen tartışmalara da değinmek zorundayız. Çünkü her şey seçimlerle ilgili, her şey seçmen iradesiyle ilgili. çünkü parlamento da hükûmet de bu seçimler sonucunda oluşuyor. 2006 yılında bu Parlamento Kurumlar Vergisi Kanunu´nda bir değişiklik yaptı, 30´uncu maddenin (7)´nci fıkrası, herkesin okuması lazım o fıkrayı. Dedi ki Parlamento, Meclis: "Bundan sonra vergi cenneti ülkelerde kurulacak şirketlerin gelirlerinden, bu şirketlerin mükellef olsun olmasın tüm işlemlerinden, iş yerlerinden, hesaplarından, bu hesaplara yapılacak ödemelerden, havalelerden yüzde 30 vergi alacağım." Yüzde 30. Türkiye Cumhuriyeti devletinin vergi cenneti ülkelerdeki şirketlerden vergi alması gerekir. Bir şartla... Bakanlar Kurulunun vergi cenneti ülkelerinin listesini yayınlaması görevini de verdi yasa. Ama Bakanlar Kurulu tam on bir yıldır görevini suistimal ederek, görevini kötüye kullanarak kasten dünyadaki vergi cenneti ülkelerin listesini yayınlamadı. Yayınlamadığı için devletin büyük bir vergi ziyaı, vergi kaybı söz konusu.
    Yirmi yıl ceza avukatlığı yapmış bir hukukçu olarak vergi ziyaına sebebiyet vermekten onlarca kişinin davasına girdim. Bunu bizzat Hükûmet yapıyorsa, Hükûmet görevini yerine getirmeyerek, kasten yerine getirmeyerek vergi zayisine, vergi kaybına sebebiyet veriyorsa bu suçtur, bu suçtur. Bir de üstüne üstlük, bu liste yayınlanmadığı gibi -maalesef artık mizah konusu da oldu- bakıyoruz iktidar sahiplerine, Kristof Kolomb gibi dünyayı keşfe çıkmışlar, denizlerde adalar keşfediyorlar. Yakında dünyada yeni bir kıta da keşfedebilirsiniz. Bütün dünya Man Adası´nın İrlanda Denizi´nde olduğunu sizin sayenizde öğrendi, Malta Adası´nın sizin sayenizde öğrendi yerini dünyada. (CHP sıralarından alkışlar)
    Bakın, ben özellikle sizlerin vicdanına şunu sormak istiyorum... Çok haklı sorular var. 
    Birinci soru: Vergi cenneti kabul edilen ülkelerde niçin şirketler kurulur? Kimler buralarda şirketler kurar? Ticaret yapmak herkesin hakkıdır. Ahlaklı ticaret yapmak, basiretli ticaret yapmak kaydıyla. Neden kendi ülkenizde kurmuyorsunuz bu şirketleri? Neden? 
    BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) - Burada vergi var, onun için. 
    MUHARREM ERKEK (Devamla) - Kendi ülkesinde vergi ödemek istemeyenler vergi cennetlerinde şirketler kurar. Neden bu Malta´da ve Man Adası´nda Başbakanın, Cumhurbaşkanının çocuklarının yakınlarının kurdurduğu şirketler ortaya çıkıyor? Neden? Bu soruyu sormamız lazım. Bu şirketler niçin kuruluyor?
    İkinci soru: Bu şirketlerin offshore hesapları arasında gönderilen, aktarılan paraların -milyonlarca dolar para- bu paraların kaynağı nedir? Bu kaynağı da bizim sormamız gerekir burada. Olayın hukuki boyutu yanında çok önemli siyasi ahlak boyutu da var. Bu paraların kaynağı nedir değerli milletvekilleri?
    Üçüncü soru: Bu paralar vergilendirilmiş midir? Bu paraların vergisi alınmış mıdır? Malta Adası´nda ve Man Adası´nda eğer Başbakanın, Cumhurbaşkanının yakınlarının, çocuklarının kurdurduğu şirketler ortaya çıkıyorsa bu çok ciddi bir sorundur. Bu, siyasi ahlakın maalesef çöktüğünü gösterir. Bu gerçeği mutlaka her fırsatta yüksek sesle dile getireceğiz. 
    Bakın, değerli milletvekilleri, asgari ücretle çalışan bir işçi asgari ücretten kesilen vergiler sebebiyle evine et götüremiyor, beyaz peynir götüremiyor, tereyağı götüremiyor. Bunu hepimiz biliyoruz. Bu memlekette asgari ücretle çalışan taşeron işçileri, emekçiler, emekliler, çiftçiler, esnaf o kadar ağır bir vergi yükü altında ki, o kadar zor şartlarda ayakta durabiliyorlar ki. Ama, bakıyoruz, Cumhurbaşkanının, Başbakanın çocukları kendi ülkelerinde vergi ödememek için dünyada kendilerine cennet bahçeleri kurmuşlar. Bunları burada konuşmak, tartışmak zorundayız ama siz ısrarla bu kirli ilişkilerin üzerini örtmeye çalışıyorsunuz maalesef. Siz örtmeye çalıştıkça, maalesef, bu kirli çamaşırlar da ortaya seriliyor; olan, devletimize ve milletimize oluyor. Eğer siz gereğini yapsaydınız, siz Reza Zarrab´ı Türkiye´de tutuklayıp yargılasaydınız Türkiye Cumhuriyeti devletinin itibarı da zedelenmezdi. 
    Bakın, ben Sayın Devlet Bahçeli´nin çok önemli bir tespitini paylaşmak istiyorum, çok yakın bir tarihte diyor ki: "Alimallah, İranlı kaçakçı alayınızı ele verirse okyanus ötesinde yandaş hâkim, savcı da bulamazsınız, büyük bir skandalın faili olmaktan kurtulamazsınız." 
    Şimdi, bakıyoruz, Panama belgeleri, Paradise Papers belgeleri, Malta Adası, Man Adası, Rıza Sarraf´la rüşvet ilişkileri, kara para ilişkileri, kirli ilişkiler... Maalesef, hep aynı isimler, aynı şirketler dökülüyor ortaya. Neden? 
    (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) 
    BAŞKAN - Sayın Erkek, bir dakika ek süre veriyorum, sözlerinizi tamamlayın lütfen. 
    MUHARREM ERKEK (Devamla) - Tamamlayayım, teşekkür ediyorum. 
    Bakın, tekrarlıyorum, değerli milletvekilleri: Panama belgeleri, Paradise Papers belgeleri, WikiLeaks belgeleri, Man Adası, Malta Adası, vergi cenneti ülkelerde kurulan şirketler, bu şirketlerin ortakları, hissedarları, offshore hesaplarına yapılan para transferleri... Neden hep aynı isimlerle karşılaşıyoruz biz? Neden hep ortaklar Cumhurbaşkanının, Başbakanın, Hükûmetin yandaşları çıkıyor, neden? Bu iddiaları araştırmak Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevi değil mi?
    Kimler vergi cennetlerinde şirketler kurar ben size söyleyeyim: Kendi ülkelerinde vergi ödemek istemeyenler, yasa dışı kaynaklardan elde edilen gelirleri gizlemek isteyenler, kara para aklamak isteyenler, kendi ve şirketlerinin, müşterilerinin servetlerini gizlemek isteyenler buralarda gider şirketler kurarlar. Bu bile başlı başına çok önemli bir siyasi ahlak sorunudur. Hele hele devleti yönetenlerin, hele hele devleti yönetenlerin kendilerinin ve ailelerinin mal varlıkları, işlemleri, ticareti, her şeyi son derece şeffaf, basiretli, ahlaklı olmak zorundadır diyorum.
    Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
    Teşekkür ediyorum.


YORUMLAR

  • 0 Yorum