Reklam
Hamza Yıldız

Hamza Yıldız


MOTOR SU KAYNATTI

03 Nisan 2018 - 13:38

Elli yaşı devirince vücutta ufak tefek hasarlar oluşmasına tam alışmaya başlamıştım ki
    Tamda sakin bir pazar gününe denk geldi…
Önce mide yanması, gaz gibi bir ağrı, sol kolun uyuşması ve terleme… Acil servis bereket iş başında… EKG çekildi serum bağlandı, dilaltı hapı falan derken “Kalp krizi geçirmişsin” dediler.
    Sonra attılar ambulansa doğru Çanakkale Devlet Hastanesi yoğun bakım servisine… Ambulansın sireni hafiften sanki ölüm marşı çalıyor gibi. Gözüm pencerede, aracın hızınca ağaçlar, evler, bulutlar akıp gidiyor. Kolumda serum, burnumda oksijen hortumu, sırtüstü bağlanmışım kurbanlık koyun gibi. “Bindik alâmete, gidiyoruz kıyamete” sözü geliyor aklıma. Hatun elimi tutmuş gözümün içine içine bakıyor. “Ölümle yüz yüze gelmek böyle mi oluyor?” diye soruyorum kendime. Bu kadar işte, hepsi bir varmış, bir yokmuş…
    Yoğun bakımdayım.. Cihazlara bağlanmışım.. Nabız ve tansiyon verileri iyi diyor hemşire.. Serum damla damla akıyor, ilaçları veriyorlar. Müthiş uykum var ama sırtüstü uyuyamıyorum. Gecenin karanlığı pencereye asılıp kalıyor. Sağa ve sola dönemiyorum. Çarmıha gerilmiş gibi hissediyorum kendimi.. Ve her şey silinip gidiyor.
    “Her Türk erkeği gibi tabi sigara var” diyor doktor. Gülümsüyorum. Ölümlerle birlikte yaşamanın verdiği tecrübeye sinen ince ama güzel nükteler. İnsanı rahatlatan ilgi.. Dışarıdaki kaygı ve telaştan tamamen soyutlanmış steril bir ortam.. Ufak bir kâğıda yazılmış not getiriyor hemşire. “Baba biz dışarıda bekliyoruz.”
    Kendi durumuma değil, eşim ve çocuklarımın haline üzülüyorum. Uykusuz, merak içinde, sıkıntıyla beklemek.
    Çömü Araştırma Hastanesi’ne gitme için hazırlanıyorum. Tekerlekli sedyeyle koridorlardan, asansörden geçip beni bir ambulansa bindiriyorlar. Eşim, çocuklar ve sevenlerimin bakışlarındaki tedirginlik, kaygı ve üzüntü vaziyetimin önemini hatırlatsa bile içimde müthiş bir dinginlik var. Ambulans sirenler çalarak hızla ilerliyor. Pencereden geçtiğimiz yolları çıkartmaya çalışıyorum. Yılların akıp gittiğini ve hayatın son duraklarında olduğumu hissediyorum. Ama hayret içimde en ufak bir tedirginlik yok…
    Yoğum bakım odasının penceresinden boğazın o müthiş manzarasını seyrediyorum. Unuttuğum şiirlerimden mısralar canlanıyor hafızamda kanım bitleniyor “galiba” diye geçiriyorum içimden.
“Bir sigara sararım
Sigaranın üzerine seni
Yudumladığım bir akşam çayı oluverir yalnızlık
Yaşamak nasıl anlamını buluyor bir bilsen
Seninle her dakika
Merhaba yaşamak…”
    Her şey aklıma gelirdi de kalbimin tekleyeceğini hiç düşünmezdim. Pek sürpriz de sayılmaz aslında. Namlunun ucunda yaşanan on iki eylül öncesi.. Rutubetli izbe öğrenci evleri, ihtilal ve hapishaneler… Yolu, izi olmayan dağ köylerinde yaşanan mahrumiyetler. Kitaplar, şiirler, idealizmin düşüncenin dayanılmaz ağırlığıyla yüklendiği sorumluluklar… Yalnızlığın ve çaresizliğin sınırlarını delip geçerek dostluğuna kendisini inandıran sigara…
    Ölümün kıyısında bile kendisini hatırlatan, vazgeçilmezlik iddiasını bilinç altına yerleştiren o hazzın sahibi…
“Menderes Parkı’ndayım Karakız,
Saat beş buçuk,
Sigaram ve soğumuş çayımla
Halâ sevdanın nöbetindeyim.
Yoksun…”
    Velhasıl bizim motor su kaynatınca sigara ile olan kadim dostluğumuzu sorgulama zamanı da geldi, çattı…
Şimdiye kadar hiçbir dostumun arkasından kötü konuşmadım. Yine konuşmayacağım, Sadece “Elveda” diyeceğim o kadar. Sıkıntılı ve zor bir ayrılık olacak biliyorum. Ama bu hayatta sigaradan daha çok sevdiklerim var. Onlara haksızlık yapmak istemiyorum.
    Bu arada rahatsızlığım esnasında ve sonrasında telefonla arayan, ziyarete gelen bütün sevdiklerime sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
    Velhasıl dostlar! Benim motor su kaynattı ve motor rektefeye girecek. Sonrası Allah Kerim…


YORUMLAR

  • 0 Yorum